Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaPortalliAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
pembe karanfil
Vip özel üye
Vip özel üye
pembe karanfil


Kadın
Mesaj Sayısı : 419
Yaş : 39
Yaşadığı şehir : ***
Meslek : aday öğretmen
Başarı Puanı :
BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M Left_bar_bleue0 / 1000 / 100BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M Right_bar_bleue

Güçlülük :
BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M Left_bar_bleue0 / 1000 / 100BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 28/12/06

BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M Empty
MesajKonu: BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M   BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M Icon_minitimePtsi Ocak 22, 2007 12:46 am


Ev halkı uyurken uyanıverdin yine sessizce bu Pazar sabahı!.. Duşunu yaptıktan sonra, ev halkı rahatsız olmasın diye saç kurutma makinesiyle kurutmadığın saçlarının nemini alsın diye bir havlucuk mu sardın başına?!.. Ne kadar iyi insansın sen, severim temiz ve düşünceli insanı!..

Mutfak balkonundan denize bakarken kahvenden bir yudum çektiğinde “Bu da sigarasız olmuyor ki!..” diyorsun. Bu kez elin tam sigaraya giderken, “Ama kahvaltı etmeden, birkaç parça bir şey atıştırmadan sigara içilir mi?.. Hadi sigara altı olacak bir şeyler bakalım” diyerek yerinden kalkıp buzdolabını açıyorsun. Bir iki ters L şekline girerek sondajı başarıyla tamamlayıp, dolabın içinden çıkardığın kapaklı şeffaf peynir kutusunun içinden aldığın peyniri, doğrama tahtasının üstünde siyah saplı bıçağınla incecik kesiyorsun. Bu, iki dilim peyniri, ekmek kutusundan çıkararak doğrama tahtasının üstünde testere ağızlı ekmek bıçağıyla dilimlediğin, incecik ekmek diliminin üstüne koyuyorsun. Bir ince dilim ekmeği de üzerine kapattıktan sonra “hadi götür bunu mideye” dediğinde, aklına “ya giderken boğazıma takılırsa?” sorusu geliveriyor. Aferin sana!.. Ne güzel de her şeyi düşünüveriyorsun!.. Dolabın kapağında duran süt şişesinden bardağa döktüğün sütü de diğer eline alıp, bir sandviçinden yiyorsun, bir sütünden içiyorsun!.. Afiyet olsun!..

Balkona geçip masanın üstündeki sigarana uzandığında, masada çakmak olmadığını görünce tekrar mutfağa dönüyorsun. “Aman Allah’ım!.. Ne bunlar!.. Sigara altına bir küçücük sandviç hazırladım, mutfak savaş yerine döndü!..” diyorsun, çakmak bulmak için mutfağa göz gezdirirken. “Hepsini toplayacağım. Ama önce sigara!.. Hem kahvem de buz gibi oldu.” diyerek yaktığın sigaranla birlikte tekrar balkona geçip sandalyene oturuyor keyifle denizde uçuşan martıları seyre koyuluyorsun!..Güzel!.. Hep böyle ol!.. Önce istediklerini yap!.. Çünkü sana hiçbir şey gerçekleştirdiğin isteklerinden dah fazla keyif veremez!..

O da ne?!? Gagasındaki lokmasını denize düşüren martı “culp” diye denize pike dalış mı yaptı? Ne güzel. Kimse ağzındaki lokmayı kaybetmek istemez. Ne oldu? Martının düşürdüğü lokmasının peşinden denize dalması, sana uyanmak üzere olan ev halkının kalkınca kahvaltı yapacağını mı hatırlattı. Aklını öpeyim senin. Ne kadar da düşüncelisin. Evet, haklısın; halkımız uyanınca kahvaltı ister. Hele bir de, günlerden pazar ise... Tahmin edebiliyorum; çok özel ve güzeldir sizin de pazar kahvaltılarınız!.. “evet, öyledir” deyip henüz iki-üç fırt çektiğin sigaranı kül tablasında söndürdükten sonra hemen mutfağa geçiyorsun. Aniden karar değiştirip, tekrar balkona çıkarak masanın üstündeki soğumuş kahveni eline alıp “kahvaltı hazırlarken içeyim bari şunu” diyorsun. Kahveni, “soğudu bari yenisini yapayım” deyip de dökenler gibi davranmadığın için tebrik ederim seni. Soğuk çay içiliyorsa, kahve de içilir. Değil mi ama?.. Hem soğuk içemiyorsan ısıt da iç! Ayrıca, içine biraz daha ilave ederek çoğaltabilirsin de.

Hadi, sen kahvaltıyı hazırlarken sana, bir kahveci hilesi anlatayım da, gül biraz!.. Bunu, çocukluğumda çırak olarak çalıştığım kahvede ocakçılık yapan bir hırsız kahveciden öğrenmiştim. Türk kahvesinin her zaman dibinde telvesi kalır değil mi? Bizim hırsız ocakçı dibinde telve olan kahve fincanlarını tezgah altında tuttuğu mavi leğenin içindeki suya batırıp çıkararak telvelerini o leğende toplardı. Akşam ortalık sakinleşince onun suyunu güzelce süzdükten sonra, kalan kahve artıklarını birkaç kere daha suyla yıkardı. Bunu, temizlik adına yaptığını sanma sakın. Elinden kabuklu ceviz yenmez o terbiyesizin! Kahve artıklarını yıkamasının nedeni, her kahvenin içinde farklı miktarlarda şeker bulunmasıydı. Hani; sade, az şekerli, orta şekerli, şekerli olarak isteriz ya kahveyi. İşte bizim ocakçı, 'saf' yani şekersiz kahve elde etmek için yıkardı onları uzun uzun. Kahve artıklarını iyice süzdükten sonra, onları bir gazetenin üzerine sererdi. O gazeteyi de, ocakla duvar arasındaki boşluğa koyarak, gözden uzak bir yerde, yanan ocağın ısısında kuruturdu kahve artıklarını... Ertesi gün, oldu mu sana kupkuru yeni kahve. Dışarıdan aldırdığı birinci el normal kahveyle yarı yarıya karıştırarak servis yapardı. Herkesler de bayılırdı bizim ocakçının yaptığı kahveye “Ne kadar güzel! Ne kadar çok telvesi var” derlerdi gariplerim. Ha, ben bunu öğrenince ne mi yaptım? Onu patrona şikayet ettim. “Sen karışma, usta işini bilir” deyince şok oldum. Beraber tezgahlıyorlarmış bu işi terbiyesizler. Masanın üstünde duran ince metal ve dört köşe olmasına rağmen sadece iki köşesinde sigara koyma yeri bulunan kül tablasını kaptığım gibi, patronun kafasına indirdim. Çok küçüktüm be dostum! Dursam, dayağı yiyeceğim açıktı! Hemen kaçmaya başladım. Birden aklıma ocakçı geldi! “Nasıl olsa iş çığırından çıktı. Bir de şu terbiyesize bir şeyler yapayım” dedim ve onun olduğu tarafa yöneldim. Ben ön tarafta, ocakçı ise tabi ki ocak tarafındaydı. Gözüme, ayağımın dibinde duran, Elvan Gazozları ilişti. Ama hepsi boştu!.. Onların durduğu kasayı hızla kaldırdım, alttaki diğer kasayı ortaya çıkarmak için. Çünkü, o kasadakilerin hepsi doluydu. Kaptım bir tanesini kafasından ve ocakçıya fırlattım. Çok yüksekte olduğu için kafasını kıramadım ama çenesine isabet ettirebildim!.. Odadan çıkmış söverek üzerime doğru gelen patrona da bir tane savurdum ve kaçtım. Hayatımda, durmadan, hiç o kadar süre koştuğumu hatırlamıyorum!.. “Bu kadar hırçınlık niye? Neden böyle davrandın?” dediğini duyar gibi oldum. Nasıl olmam yahu; benim babam da o kahvenin müdavimiydi ve her gün en az beş tane kahve içerdi, orada otururken!..

OOO, ben konuşurken sen bayağı şeyler başarmışsın!.. Çaydanlığı, yaktığın ocağın üstüne yerleştirmişsin. Ama bence bir daha öyle yapma. Önce çaydanlığı koy, sonra altını yak. Çünkü üstü korunaklı olursa ateş daha kolay tutuşur. Buna mutfakta elini alıştırırsan, piknik mangallarında kimse senden hızlı ve güçlü ateş yakamaz. Öğrendiğin şeyler, öğrendiğin yerle sınırlı kalmamalı! Bir çok şeyden bir şey olduğu gibi, bir şeyden de bir çok şey olabilir...

OOO, Çayı da açık çaydan Türk Usulü demlemişsin?!? Porselen demliğe koyduğun çayı önce süzgeçte güzelce yıkamışsın da! Hani sen poşet çay seviyordun?.. Ailende, çoğunluk demleme çayı sevdiği için mi böyle yaptın? Harikasın sen!.. Kişisel tercihlerini ön planda tutmadığın için tebrikler. Sen yalnız olduğunda içersin istediğin gibi çayı...

Peynir, zeytin, reçel, bal, tereyağını da güzelce yerleştirmişsin masaya. Servis tabakları, peçeteler,çatallar, kaşıklar, bıçaklar, ayayay; harikasın sen!.. şok edeceksin sizinkileri uyanınca. Zeytinleri renklerine göre, peynirleri de türlerine göre ayrı ayrı tabaklarda koymana sevindim. Bazıları kolayına kaçıp bir arada servis yaparlar ya; ben hoşlanmam öyle şeylerden. O küçük tabakta ki zeytinyağımı? Hem de sızma mı? Ha, anladım; zahter için koymuşsun onu sofraya. Çok güzel!.. Ben de bayılırım ekmeği; bir yağa, bir zahtere batırıp yemeye.

Hazırlamakta olduğun sofraya “eksik bir şey var mı?” diye baktığında, zeytinin yanında domates yemeyi çok sevdiğini mi hatırlıyorsun? “hem yanına da biraz salatalık, yeşil biber ve yeşillik de koyayım” diyerek, dolabı açıyorsun. Sebzelikte, ağzı hava almayacak şekilde bağlı durması gereken domates poşetini gördüğünde “Neden bunun ağzını bağlamayı unuturlar? Halbuki, kaç kere söyledim, sebzeler, dolapta havayla ne kadar az temas ederse o kadar uzun ömürlü olur diye...” söyleniyorsun. Ve eline aldığın daha ilk domatesin yarısının cıvıklaşmış olduğunu görünce, “ağzını bağlamazsanız böyle olur işte!..” diye kızarak onu çöp kovasına atmak istiyorsun!..
Dur yapmaaaa!.. Sakın ha, atma onu!.. Bak seninle şimdi neler yapacağız o çürük domatesle. Hadi başlayalım.

O domatesin sağlam tarafını bıçakla kes, çürümeye yönelen kısmını bir tarafa ayır. Sağlam kısmının kabuğunu soyduktan sonra doğrama tahtasının üstünde serçe parmağı kalınlığını geçmeyecek şekilde plaka gibi dilimle. Dolaptaki diğer domatesleri de çıkart ve içinden benzer durumda olanlarını seç. Onlara da aynı işlemi uygula. Daha sonra o minicik teflon tavayı çıkart yukarıdaki dolaptan. İçine çok az bir sıvı yağ gezdir. Elinde tuttuğun tavayı sağa-sola doğru eğerek içindeki yağı her yerine yaydıktan sonra ocağın üstüne koy. İçine az önce dilimlediğin domatesleri, tavanın zemini görünmeyecek şekilde bitişik olarak diz ve kapağını kapatarak, evdekilerin uyanmalarını beklemeye koyul...

Evdekiler hazırladığın masaya oturduklarında tavanın altını yak. Çısırdamaya başlayan tavanın içindeki domateslerin suyu çıkmaya başladığında bir kere çevir hepsini. 30’a kadar say ve domateslerin üstüne istediğin sayıda yumurta kır, üstlerine ellerinle yolduğun maydanozdan birer ikişer yaprak koy ve üstüne de biraz biber, tuz, kimyon ekeledikten sonra kapağını kapat ve tavayı ocağın en küçük bölümünün olduğu tarafa geçir. Altını yaktığın ocağın ateşini iyice kıs ve içinden 60’a kadar say ve sonra altını söndür. İki dakika bekledikten sonra ev halkına servis yap. Tost makinesinde ısıttığın sıcak ekmekleri de yanında verdikten sonra ev halkının gözlerine bak. Mutlu şaşkınlığın zirvede olduğu yüzlerini görünce kendinle gurur duyacak ve onlara pazar sabahı böyle yüzleri yaşattığın için sen de mutlu olacaksın. Ayrıca, o domatese ve o domates poşetinin ağzını açık unutana da teşekkür etmeyi unutma. Onlar olmasa sen bunları yapamazdın. Unutma, her şeyin iyi biten bir sonu vardır, yeter ki sen onda bunun olduğuna inan!..

Ha, unutmadan; o yumuşamış yarım domatesimiz vardı ya?.. Onu da evde kurulu bulunan turşu kavanozunun içine at gitsin!..3-5 gün sonra o turşunun suyundan bir kaşık iç aynanın karşısında!.. Ve o an aynadaki kişinin yüzüne baktığında ne göreceksin acaba? Hadi bir dene bakalım. Sen mi daha mutlusun, aynadaki mi? Yoksa ikinizde mi?
Ey güzel insan; Unutma ki, güzellikler güzel insanlar içindir. Ve bu nedendendir ki, Allah her şeyi sana senin güzelliğinin daha da güzelleşmesi için vermiştir. Hatta; o çürük domatesi bile! Atacağın bir şeyi aslında yok ettiğini sakın unutma. Yarattığını yok etme hakkı sadece yaratandadır!..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
BİR PAZAR SABAHI KAHVALTISI BU KADAR GÜZEL ANLATILABİLİNİR M
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: 
(¯`·._.·[EDEBİYAT & EĞLENCE]·._.·´¯)
 :: Serbest Kürsü
-
Buraya geçin: