Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini, gözyaşların dahi kuru akar gözlerinden...
Kirpiklerinden süzülüveremez zarifce, acıtır, yakar geçtiği yerleri...
Hiçbir iz bırakmaz yüzünde varolduğuna dair...
Bıraktığı izleri görebilecek kimse olmadığını düşünmekse daha da kurutur onları...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini, bir omuz ararsın başını koyacak...
Oysa hiçbir omuz yoktur yakınlarda kendi omuzundan başka...
Kafandaki ağırlığı atmaktır tek isteğin;
kafanı kendi omuzuna koymaksa daha da yorar boynunu,
ve daha da zorlaşır sabah başın dik uyanıvermek...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini, bağırmak, haykırmak istersin delicesine...
Oysa seni duyabilecek kadar yakın birini hissedebilsen tam o anda,
fısıldamak dahi yeterli olurdu birkaç sözcüğü...
Ve tam o anda, en yakın dahi çığlıklarının ulaşabileceği yerden bile uzakta...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini, çıkmak, yürümek istersin şehrin sokaklarında...
Hiç düşünmeden, hiç hissetmeden yürümek...
Adımlar acı vermeye başlar sayıları çoğaldıkça, rastladığın her yüz yabancıdır çünkü...
Rastladığın her yüz uzaktır, yakınından da geçse uzağından da...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini,
evine, odana sığınırsın ve kalemin seni çağırır olmadık bir saatte...
Kelimeler yalnızlığını döker masum kağıtlara,
ve kağıtlarda dolaşan gözlerin yine ıslanmaya başlar kuru kuru...
Sabah olduğunda, yazıları yalnızlıkla birlikte kilitli çekmecelere saklamak vaktidir...
Oysa gece yine gelecek, ertesi gece olmasa bile...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini,
gözyaslarını öpebilecek, omuzu omuzundan daha yakında,
dile getirilmemiş fısıltılarını dahi duyabilecek
ve yazılmamış kelimeleri dahi okuyabilecek birini ararsın kuru gözlerinle...
Oysa ufuğu bulandıracak kadar ıslaktırlar hala, bakarsın da göremezsin...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini...
Bazen o kadar yalnız hissedersin ki...
Bazen o kadar yalnız hissedersin...
Bazen o kadar yalnız...
Bazen o kadar...
Bazen o...
Bazen sen...
Bazen ben...
Bazen...